db_mysqli.php:fetch_array: 10tr:gonderilen parametre mysqli_result olmasi gerekirken False.
tikirdat:(showthread.php:1133:build_postbit)->(functions_post.php:911:run_hooks)->(class_plugins.php:142:thankyoulike_postbit)->(thankyoulike.php:2190:fetch_array)->

Table 'forums164.tikirdat_g33k_thankyoulike_thankyoulike' doesn't exist

Birinci perdeyi kapatırken tamamlar, devamlar ve yarımlar Warning [2] Use of undefined constant userregdate - assumed 'userregdate' (this will throw an Error in a future version of PHP) - Line: 2 - File: inc/functions_post.php(531) : eval()'d code PHP 7.4.3-4ubuntu2.20 (Linux)
(showthread.php:1133:build_postbit)->(functions_post.php:531:eval)->(functions_post.php(531) : eval()'d code:2:error_callback)->(class_error.php:153:error)->

HAFTANIN SÖZÜ

"Dünyanın en yoksuI insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır." Arthur Schopenhauer


Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Birinci perdeyi kapatırken tamamlar, devamlar ve yarımlar
#1
e59328b4-5ecb-4b8e-8f7f-c23b9787c8ad.jpg
Malumunuz yakın zamanda Sen Anlat Karadeniz’den bazı önemli ayrılık haberleri geldi. Öğrendiğimden beri vedalaştığımız ekibin bende nasıl bir etki bıraktığını anlatma ihtiyacı hissediyorum. O yüzden istedim ki 21 bölümlük yolculukta varılan hedeflerin ve kendimce yarı yolda kaldığını düşündüğüm noktaların üzerinden geçeyim. Bir izleyici olarak naçizane fikrimi aktardığımı hatırlatmak isterim, ahkam keser gibi görünürsem şimdiden affola.

Beğenin ya da beğenmeyin SAK bu sezonun en gürültü koparan işlerinden biriydi. Açıkçası şiveli dünyalara dahil olmakta zorlanan biri olarak başta çekinceli yaklaşsam da kadına şiddet temalı yerli/yabancı hikayelere olan özel merakım yüzünden izlemeye başladım. Beni ekran başına oturtan sebep buydu ama bıktırıp kaldırmayan da SAK’ın ta kendisiydi. Ekranda birbirine benzeyen bir dolu hikaye varken dizinin bu taze hissi nasıl yakaladığına bir süredir kafa yoruyorum.

Nefes oğluyla beraber kendinin de akıl sağlığını koruyabilmek için alternatif bir gerçeklik sunarak başlıyor hikayeye. Yaşadığı dünyadaki iyi kötü herkesi birer masal kahramanına dönüştürüyor. Çıkış noktanız bu olunca izleyenleri yaratılan dünyadan koparabilecek kadar şiirsel –hatta bazen arabeske kaçan- replikleri yavaş yavaş kanıksamaya başlıyorsunuz. İzlediğim her şeyde doğal diyalog kovalayan biri olarak SAK’ın bu inadına bir süre sonra ben de boyun eğdim. Başlangıçtan itibaren inandırıcılığı tehlikeye attığını düşündüğüm birçok abartılı sahne izledik. Fakat zamanla bu teatral havanın aslında bilinçli şekilde tercih edildiğini, gerçekliğin dışına bilerek taşılarak farklı bir seyir deneyiminin amaçlandığını düşündüm. Tahir, Nefes’e “Senden destan olur” derken belki de seyirciye “Bakın bu izlediğiniz hikaye bir destan” demek istemişti ya da bu durumun benim bilmediğim çok basit bir sektörel cevabı var. Şimdilik romantik ihtimale tutunmayı tercih ediyorum.

df44c0b2-45de-45c4-9938-4b9604440e5d.jpgSınıflar üstü bir mesele bu yengem

Peki SAK’ın başarısının formülü ne? Bir yerden başlamak gerekirse öncelikle “merakı canlı tutmak” diyebilirim. Daha ilk bölümden kahramanlarını büyük bir yükün altına soktu ve çaresizliklerini ustaca hissettirdi. Bunu yaparken hareketi ve mekanı bol tuttu ki tempo hiç düşmesin. Ana karakterle hemen bağ kurmamızı çarpıcı şiddet sahnelerine borçluydu. Tartışmalara yola açan meşhur dayak sahnesinde Vedat sadece Nefes’e değil bize de tokat attı ve o andan itibaren Nefes’in derdi artık bizim de derdimizdi. Diğer yandan işler çoğu zaman tahminimizin dışında gelişti. En çaresiz anların aslında bir oyunun parçası olduğunu, meselenin arka planında her zaman zannettiğimizin ötesinde bir şeyler yattığını gördük. Korkunç uzunluktaki bölümlere rağmen diziyi sıkılmadan izleyebilmeyi biraz da bu ters köşelere borçluyuz.

Merak duygumuzu ateşleyen şeylerden biri olayları çoğunlukla kronolojisinden farklı bir sırayla izlememizdi. Gözümüzü bir çengele asılmış vaziyette açıp sonra oraya nasıl geldiğimizi anlamaya çalıştık. Sezon sonuna doğru eski repliklere gönderme yapan flashbacklerin artması can sıksa da bunun haricinde kullanılan doğrusal olmayan kurgu, dizinin itici güçlerinden biriydi.

Hikaye toplumun tüm kesimlerinde rastlayabileceğimiz türden olsa da işlendiği coğrafyanın lezzetli sosuna batırılarak önümüze kondu. SAK sayesinde Karadeniz’in giyim-kuşamına, yeme-içme alışkanlıklarına, günlük ve dönemsel birçok rutinine şahit olduk. Kısacası bir kültürü içerden tanıma fırsatı yakaladık. Karakterler arasındaki ilişkiler ve rollerin şekillenmesinde de payı olan bu zengin yerellik senaryonun yakaladığı özgün dile fazlaca hizmet etti.

Yerelliğin sağladığı fırsatları iyi değerlendiren senaristler SAK izleyicisinin kendi arasında konuşup günlük hayatına uyarladığı bir jargon yarattı. Açıkçası bana göre bu işi en özel kılan şeylerden biri kendi dilini doğurması. Sanıyorum bunu başaran çok az iş vardır. Ek olarak bu derece ağır bir dramı seyirciyi boğmadan işlemeyi başarmak da büyük meziyet. Temanın duygusal ağırlığının bilinciyle aralara nefes aldıran komik/absürt durumlar yerleştirilmiş ve kötü adam dahil neredeyse herkesin ağzından bolca ironi duyuyoruz. Diyaloglardaki dolambaçlı ifadeler kulağa bazen zorlama gelse de genelinde parlak bir mizah duygusundan beslendiği belli.

7e19c6ea-4551-46ff-808d-04fd72643eab.jpgSürmene'nin tezenesi...

Özgün anlatıma katkı sağlayan tercihlerden biri dini öğreti ve pratiklerin kahramanların hayatında bu denli yer tutması. Hikayenin mütedeyyin tonu zamanla izleyicinin bir kısmını uzaklaştırsa da hikayeler yazarlarının dünyaya bakışını kaçınılmaz olarak yansıtır ve bu SAK özelinde bana iyi ki tercih edilmiş dedirtiyor. Çünkü hitap ettiği kitlenin dinamiklerini iyi çözümlemiş doğru bir iletişim kanalı olarak görüyorum bunu. Kalan sağlarla devam edilen bölümlerde ahlakçılığı ve bağnazlığıyla nefes aldırmayan topluma, gerçekten “vaaz verilerek” temel insani değerler hatırlatıldı ve ikiyüzlülükleri bolca eleştirildi.

SAK’tan bahsederken müthiş görselliğinin altını çizmeden olmaz. Hikaye arkasına Karadeniz doğasının ferahlığı ve masalsılığı alarak olan biteni şahane fotoğraflar aracılığıyla izlememizi sağladı. Dört duvara sıkışmış işlerin arasında bu manzaralı tepenin heyecan vermesi pek de sürpriz olmasa gerek.

Karakterlerin çok boyutlu oluşu dizinin diğer bir güçlü yanı. Neredeyse herkesin sonradan vakıf olduğumuz, temel hikayeyi etkileyen ve bizi seçimlerine ikna eden bir derdi var. Gördüğümüz yüzleri bu hale neyin getirdiği vakti geldikçe bize anlatılıyor. Tabii oynayanların hakkını da teslim etmek gerek. Bu bir plaza ya da mahalle dizisi değil. Kaçma kovalamacanın hiç bitmediği, hem fiziksel hem duygusal açıdan fazlaca efor isteyen sahneler barındırıyor. Fakat belli ki zor şartlara rağmen çok gayretli bir ekiple çalışıyorlar. Bu gayretlerin sonucu olarak Mehmet Ali Nuroğlu ekranlara kibar psikopatlığı ve absürtlüğüyle fenomen bir kötü karakter hediye etti. İrem Helvacıoğlu’nun acı çekerken duyguya ortak edebilme becerisine, Ulaş Tuna Astepe’nin bu kadar uçurumlu bir karakterde ağzından çıkan her sözcüğün doğru duyguyu bulmasına ve tabii Demir Birinci’nin içimizi eriten masumiyetine kayıtsız kalmak mümkün değil. Uzun bir isim listesi yapmadan toparlayayım, karakterlerin büyük çoğunluğu iyi ki o isim oynamış dedirtiyor. İki saati geçen sürelerde, teatralliği yüksek bir metin üzerinden bol dış çekimli ve tempolu aksiyon sunmaya çalışan bir ekibe helal olsundan başka bir şey denmez.

559d21f8-abf2-4872-ab8b-0e9642763ee3.jpgNefes kalk çabuk Zulmetme Karadeniz çalacak

Bunların hepsi tamamsa neler havada kaldı? SAK’la ilgili en çok kafa karıştıran şey insanlar iyileşme izlemeyi beklerken yaratıcılarının bitmek bilmez bir mücadele anlatmayı ve izleyiciyi rahatsız etmeyi tercih etmesiydi. Bu pencereden baktığımda projenin amaçladığı şeyi başardığını düşünüyorum. Fakat anlamlı bir cevap bulamadığım durumlar da yok değil. Belli ki daha yolumuz var, o yüzden şimdiye dek göremediğim ve bundan sonra görmeyi umduklarımı buraya bırakayım.

Nefes Tahir’in zorbalıklarını hiçbir zaman normallemedi. Tahir Nefes ve oğlunu canı pahasına dünyadan korurken Nefes de kendini Tahir’in dürtüselliğinden korumaya çalıştı. Bu adamın erkek egemen ezberleri bolca sınandı ve içinden çıkan şefkatli aşığı gördük. Buraya kadar her şey tamam. Fakat büyük resimde bizi bekleyen başka bir tehlike var. Özellikle de genç kadın izleyicinin Tahir’in havalı aksiyon müziği eşliğinde horozlanmalarına hayran olup böyle bir ideal adam şeması oluşturması işten bile değil. Şiddet farkındalığı yaratalım derken “dozunda şiddet erkekliğin şanındandır” noktasına gelmeyi zaten eminim kimse istemiyordur. Dizinin esas imtihanı bana göre üzerinde yürüdüğü bu kıldan ince köprü. Elbette bu bir kamu spotu değil,Tahir de örnek adam olmak zorunda değil. Fakat bu gerçeğin, ancak biz kusurların farkında olduğumuz sürece bir anlamı var. Tahir'in sertliği karizmasını köpürten bir özellik olarak lanse edilirse anlatılmak istenenin çok uzağına düşen bir adama dönüşür. Her şeye rağmen kendisinin gözümüze soktuğu bazı kırmızı çizgiler var. Örneğin “rıza” kavramını durup durup izleyicinin suratına bağırdı, Nefes’in travmalarının bazen Nefes’ten daha fazla bekçisi oldu. Bu yolculukta bolca hata yapan, bazen ders alıp değişen, bazen de bildiğini okuyan bir adamdı. Büyük dönüşüm için tüm benliğiyle özdeşleştiği Karadeniz’in derinliklerine gömülmesini sembolik açıdan pek şık bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Sağ çıkarsa yeniden doğmuş bir Tahir göreceğiz ve bu beni hikayenin ikinci perdesi için en çok heyecanlandıran şey.

Tahir süper kahramancılık oynuyor onu anladık ama Nefes’in de ondan aşağı kalır yanı yok. Hatta bir de Yiğit diyeyim, o da benden olsun. Olaylar hızlanıp sürekli taktik savaşı verilirken, karakterlerin zayıflıkları gözden kayboldu. Halbuki bu hikayede sürekli stres altında yaşayan travmalı insanlar anlatılıyor. Çocuğun velayeti onda değil, Vedat her saniye enselerinde, kendisinin gelişiyle beraber ailenin bütün dengesi altüst oldu ama Nefes kaybettiği bebeğinin ertelenmiş yasını tutuyor. Terapiyi de bıraktı, evde kendi kendine iyileşmeye çalışıyor. Buna çok anlam veremiyorum mesela. Yiğit desen annesinin gördüğü şiddeti birebir izlemese de sonuçlarına hep maruz kalmış bir çocuk ama evliya gibi. Annenin kurduğu masal dünyası bir süreliğine işe yarasa da bu çocuk hala ciddi bir velayet çekişmesinin ortasında. Evde bir odada dayak yemiş ellerinden bağlı kız var, etrafından silah eksik olmuyor… Yiğit’in psikolojisi bir noktada patlak vermeli sanki ya da böyle bir tabloda büyüyen çocuğun benim kafamdaki tasviri çok farklı. Uzun lafın kısası her birinin arıza verebileceği o kadar çok alan var ki. Bazen çılgın aksiyon trafiği yerine keşke bu arızaları izleseydik diyorum.

05806e40-1d4a-4760-a04d-ed26134d88ca.jpgMerhaba arkadaşlar kanalıma hoş geldiniz. Bugün size evde kendi bilişsel-davranışçı terapimi nasıl yaptığımı anlatıcam

Gelelim asıl soruya: SAK şiddet mağdurlarına umut olabildi mi? Sağladığı katarsis ve destek olanlara/olacaklara verdiği farkındalık bile başlı başına kazanım aslında. Hikayenin olay örgüsü çoğunlukla Vedat tehdidinin etrafında dönüyor. Nefes Tahir, Kaleli ailesi ve Sürmene halkı ile ilişkilerinden oluşan çemberinde her katmanla mücadele ederek küçük güvenli alanlar oluşturdu. Fakat kendine ve onu koruyanlara hala zarar veren bir Vedat var sistemde. Yasalar ve toplum zalim de olsa erkekten yana olduğundan Nefes mecburen Vedat’ın ulaşamadığı yerlere sığıp oralarda var olmaya çalışıyor. Dolayısıyla hikayenin vadettiği umut “Size destek olacak insanlar bir yerlerde sizi bekliyor, mücadeleye devam” noktasından öteye henüz gidemiyor. Fakat nihayetinde şiddet mağdurlarının zihninde “birileri var” düşüncesini filizlendirmek ve şiddete tanık olanları ses çıkarmaya teşvik etmek bile çok kıymetli. Diğer yandan savaşılacak bu kadar cephe varken iyileşme safhasını zamana yaymayı planlamış olabilirler. Geldiğimiz noktada içtenlikle yazık oldu dediğim yer tam da burası zaten.

Şiddet çok hassas, her yerine dokunulamayan, istediğiniz kadar kapsamlı yazın yine bir yanını eksik bırakacağınız bir konu. Bu bağlamda SAK, bizi şiddetin her türlüsüne tanık etme konusunda çok cesur ve cömert davrandı. Bunu yaparken kimi zaman parmak sallayarak kimi zaman doğurduğu sonuçları göstererek bize ulaşmaya çalıştı. Kadının kadına uyguladığı şiddeti es geçmeyip kadın dayanışmasının gücüne örnekler sundu. Şiddetin her zaman zalimlerin elinden çıkmadığını hatırlattı. Bazen sevgisinden kuşku duymadığımız merhametli adamların da kıskanç sözleriyle yaraladığını ya da yok sayıp yönetmeye çalışarak bu suça bulaştığını gösterdi. Öncelikle bu kadar zor bir konuyu yazma cesareti gösterip iyi niyetlerle binlerce mağdurun sesi oldukları için senaristlere bir teşekkür borcumuz var. Keşke kalıp esirlikte kaybettiklerini birer birer geri alan Nefes’i de anlatabilselerdi. Çünkü hikaye ancak bu yolla “umut olma” sözünü tam manasıyla tutabilir. Tabii tüm bu açık yaralara ne olacağını zaman gösterecek. Biz bir kapıdan bu hikayenin evrenine girdik, şimdi bize kapıyı açanlar gitti ve hepimiz içerde kaldık. Önce Nefes’ler ve çocukları sağ salim çıkaralım gerisi hallolur diye umuyorum. 
kaynak: ranini.tv
82688081_3749748_4241322423441.gif
Ara
Cevapla
Teşekkür verenler:


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping