03-14-2017, 08:58 PM

Sende yüreğim var
Canım var,
Aklım fikrim var,
Sende her şeyim var.*
Mesele yalnızca sevmek değil elbette. Herkes seviyor birilerini, bir şekilde. Asıl mesele güzel sevebilmekte; her detayına, her anına tekrar tekrar aşık olarak, kendinden vazgeçip, sürekli mağlup olarak, kendinden bile sakınıp, yüreğinin içine bakarak.
Daha en başından Leon'un kaderi Halit İkbal ile Hilal'e bağlandı. "Teğmen sen bu gazete ile alakadar ol, bu yazıları yazan adamı da derhal tutukla, neydi adı; Halit İkbal." diyerek, gözüne girebilmek için büyük ödünler verdiği babası tarafından üstelik. Oğlunu bir işgalci kıza doğru, imkansızlıklarla dolu ancak bir o kadar da efsanevi bir aşka doğru bilmeden gönderdi kumandan Vasili. Sonra arkadaşlarıyla selamlarını iletti Halit İkbal'e Teğmen, şu günlere gelip onu saklamak için her şeyi göze alacağını asla tahmin etmeyerek. Hayat bu ya, büyük sözlerimizi hep karşımıza çıkarır. Cezası ölüm olacak dediklerimiz bizim yaşam kaynağımız, özümüz olur.
Sonra yavaş yavaş gelişti her şey, yüreğine nakış gibi özenle işlendi. Düşünen, konuşan, direnen genç bir kadın vardı karşısında, yolunun bir şekilde sürekli kesiştiği. İşgale, esarete, zulme direnen bu kadın, tanıdığı diğer tüm kadınlardan farklıydı. Bir gaye uğruna açık açık savaşıyordu, yılmadan ve hayatını gözden çıkaracak kadar inanarak.
Tanıdıkça da ne kadar birbirlerine benzediklerini gördü Leon. Okuyan ve üreten bir kadındı Hilal. Kalemini kendine silah yapmış, bir milleti uyandırabilmek için her tehlikeyi göze almış, akıllı bir kadındı; bazen çocuk gibi masum ve merhametli, bazen fırtınalı bir deniz gibi taşan öfkeler barındıran içinde. Göktekine eşdeğer parıltılar saçıyordu teğmenin yüreğine yüreğine.
Hayrandı ona Leon, "Savaşçıdır Smyrna, önünde kimse duramaz. Sizin gibi yani." derken, bir yandan süzüp bir yandan gözdağı verirken de hayrandı. Hayranlıkla başlayan bu duygu seli kaybetme ihtimalini gördüğü an düğümledi yüreğini ve alevlendi. Artık hayatının özü oldu. Bu yüzden ayakları hep onun hücresinin önünde sonlandırdı adımlarını, bazen bir kitap vermek için bazen ise sadece umut. Onun sesinde çocukluğuna gitti, aklının en izbe köşesine yerleşti varlığı, orada büyüdü ve yeşerdi. Eli ayağı bağlı bir esirken dahi Hilal'in idamından vazgeçilmiş olma ihtimali ona ekmek oldu, aş oldu. Uzanmış gecenin koynunda yatıyorken, Smyrna'nın hayali, uyku girmeyen gözüne yoldaş oldu. Gözlerinde gökyüzünü taşıyan, Ege'yi taşıyan, mavinin her halini taşıyan bu genç kadının ismi aklına ilk gelen isim oldu. Hiç kimseye söyleyemediği bu sevda ise Teğmen Leon ile sivil Leon arasında sır oldu. Vuruldu defalarca sevdiği tarafından, yaralar açtı belki yüreğinde ama zedelemedi onunla aynı kıyıya varabilme umudunu bu sendeleyişler.
Sonra bir gece vakti, amansız bir korku daha salındı benliğine, yeniden kaybetme korkusu ve bir itiraf ile arzularına yenik düştü, kendi deyimiyle mağlup oldu ve özlemle öptü o dudakları, önceki bütün karşılaşmalarında süzdüğü o dudakları. Hep aralarındaki mesafeyi bir adım daha yaklaşarak kısaltan Teğmen, bu kez arada bir nefes bile bırakmadı ve kokusunu da alıp sevdasıyla birlikte doldurdu ciğerine. "Öperken kokusunu içine çektiysen, özlerken burnunun direği sızlar." diyenlere aldırış etmeden, bu sevdanın daha çok sızlatacağını bile bile.
Ancak geçmedi korkuları ve iyice derinleşti. O yüzden çıkıp geldi hastaneye, yine bir eli yakasında, yine heyecanlı ve tedirgin bir şekilde. Akıllarında hala o öpüşme varken, hala heyecanı içlerini titretirken geçip gitmek istedi Hilal. Bir küçük adımla kesti önünü Leon zira uyarması gerekiyordu. O tuttuğu, okşadığı elleri kesme ihtimalleri vardı. Hilal önemsemiyordu bunları, korkmuyordu onlardan ama o önemsiyordu. Sonsuza dek tutmak istediği ellerdi onlar, bırakır mıydı öyle kolay kolay?
Leon aslında delice aşık bir romantik, sevdiği kızı kurtarmak için planlar apan, bir yandan da başka bir masumu harcamamak adına bir ölüye iftira atan, zeki ve merhametli, vicdanlı bir romantik. Karşısında yakaran bir annenin üzüntüsünü kitlenen çenesinde, yutkunan boğazında hissedecek kadan vicdanlı bir aşık. Lakin çok yalnız ve yalnız ruhuna eşlik eden sadece sevdası var. Oysa "Aşk iki yalnızlığın birbirine dokunması, birbirini koruması ve selamlamasıdır." demiş R. Maria Rilke. Bu hikayede de hem Hilal hem Leon o kadar yalnız ki içlerinde büyüyen aşk tek arkadaşları ve birbirlerinin yalnızlıklarını selamlıyorlar.
Leon'un kendince Hilal'i durdurmak için yaptığı planlar tekrar karşılaştırdı onları, bu kez daha önce hiç birlikte bulunmadıkları bir yerde, Teğmen'in pür dikkat çalıştığı ofisinde. Kapıda beliren Hilal'i gördüğünde ayağa fırlayan ve bir anlığına da olsa umut dolan o küçücük çocuk aslında Leon, ciddi teğmen maskesinin altında. Korkuları ve karşısında sürekli isyanıyla var olarak onu aslında tam olarak tanımayan Hilal içinde fırtınalar yaratırken, gözünü kırpmadan onu izleyen de o. "Seni müdaafa etmek için yapmak zorundaydım." dedi, bir nevi ikinci itiraf sayılabilecekken sonrasında gelen cümleler yüzünden gölgede kaldı bu sebep. Ciddi bir maske takınmak zorunda kaldı Leon, sözlerinin dinlenebilmesi için yapması gerekenin bu olduğuna karar vermişti.

Hasretle yanıyorken ikisi de, bir türlü sakin cümleler kurdurtmayan imkansızlıklar en büyük düşmanı bu aşkın, Leon'un ağzından çıkan "İsyancı bir Türk kızına his beklemem kabil değil." cümlesi değil. Ben bu savaşta mağlubum diyen Leon'un gurur için söylediği bir söz de değil bu, her şeyin ciddiyetini anlaması için, ona güvenip kendini yakmaması için, hem kendini hem Hilal'i derinden sarsacağını bilmesine rağmen, yanlış kelimelerle söylenmiş derin bir "Korkuyorum kaybetmekten seni." idi bu cümle. Hilal ve Leon'dan çıkıp tekrar Teğmen ve İsyancı Türk Kızı olacağını bile bile söyledi bunu, söylerken yüzüne bakamayacak kadar derinden etkilenip,söyledikten sonra ise ayakta dahi durmakta zorlanıp pişmanlığın en güzel örneğini tüm vücuduyla göstererek üstelik. Ancak göremedi Hilal'in yüzündeki hayal kırıklığını, belki görseydi içine bir umut tohumu daha atılırdı ama görmedi.
Şu an akrebin yelkovandan kaçışı, yelkovanın akrebi kovalayışı gibi, amansız bir kaçma kovalamaca içindeler hayatla ve birbirleriyle. Arada bir yerlerde buluşuyorlar fakat sonra yine uzaklaşıyorlar. Yine de sevda denen aynı çarkın içindeler, köklerinden bağlılar birbirlerine, ayrılamazlar.
Bu yokuşlar düzlüklere çıkacaktır, denize çıkan ve onları karşılaştıran sokaklar gibi. Önlerindeki çetrefilli yolda aralarındaki mesafenin azalması için, Hilal'in onu gerçek anlamda tanıması, Leon'un içini, ruhunu görmesi gerekiyor. Hilal'in, Leon'un onu müdafa etmek adına göze aldığı tehlikenin farkına varması, eğer öğrenilirse en az kendisi kadar ağır bir suçtan yargılanacağını ve bu riski salt onu korumak için göze aldığını görmesi lazım. Elbet görecektir de, "Ama gözler kör, yüreğiyle bakmalı insan." demiş Küçük Prens, Hilal de yüreğinin kapılarını mağlup olduğunu kabul edip açtığında, her şeyi daha net görecektir. İşte o zaman iki karşıt taraf olmaktan çıkıp, birbirine aşkla bakan iki insan olarak devleşecekler. Bütün imkansızlıklara kafa tutup, kendilerine mağlup olsalar dahi hayata karşı mağlup olmayacaklar. Hala bir umut var, hala...
* Nazım Hikmet-Piraye'ye mektuplar
** Twitter'dan alınmıştır-Anonim
*** Tuna Kiremitçi- Affet
kaynak: ranini.tv

